26 Nisan 2010 Pazartesi

Zahiri ve Batıni Nimetler:

Nimetler iki kısımdır.

Zahiri nimet: Peygamberlerin gönderilmesi, kitapların indirilmesi, peygamberlerin davetini kabul etme tevfiki (başarısının verilmesi), sünnete tabi olma, bid'atten kaçma, nefsin(Allah'ın)emirlerine ve nehiylerine boyun eğmesi, yüksek doğruluk makamı üzerine ayağının sabit kalması ve kulluğun gerekliliği gibi hususlar hep zahiri nimetlerdir.

Batını nimet: (Cenab-ı Allah'ın, insanların) yaratılışlarının başalanğıcında üzerlerine nurunu saçarak, ruhlarına nimetlerini vermesidir. Efendimiz (s.a.v.) hazretlerinin buyurdukları gibi:

''Muhakak Allah, mahlukatı bir karanlık içinde yarattı. Nurundan onların üzerlerine saçtı. Bu nûr kime isabet ettiyse hidâyet buldu. Ve nurun isabet etmediği kişi ise dalâlete girdi, (sapıttı).


Allah yolu kapısının kul tarafından açılması, bu nurun serpintilerindendir. Yağmurun başı, bir damla serpinti şeklindedir, sonra dökülürcesine yağmaya başlar.


İşte müminler, bu saçılan nûr ile yağmuru yağdıran Cenab-ı Allah'ı müşahede edip bakarlar.




16 Nisan 2010 Cuma

Gaflet, Kalp ve Ruh Hafızasının yitirilmesidir

Bir hükümdarın her şeyi unutarak izbe sokaklara düştüğünü hayal edin: Üst baş perişan, bir kuru ekmekle açlığını bastırmak için insanlara el açıp yalvardığını. Ayaklar atına alınıp alay edildiğini, hakarete uğradığını. Ne bilsin bir zamanlar o ülkenin hükümdarı olduğunu. Kendisiyle alay edenlerin bir zamanlar kapısına bile yaklaşamadıklarını. İşte kalp ve ruh da beden ülkesinin hükümdarıdır. Eşrefi mahlukat olarak yaratılan, tüm alemlerin yaratıcısının halifesi olan insan, gafletle; hafızasını yitirip gerçek değerini kaybederek, nefsinin heva ve hevesinin ayakları altında her an hakarete uğrar. Onların oyuncağı haline gelir.


O nedenle Haris el-Muhasibi(k.s) buyuruyor ki; Kalbin Allah'tan gafil kalması bir kul için bela ve musibetlerin en büyüğüdür. Çünkü gaflette kişinin aklı örtülür, bir uyuşukluk sarar. Muhakeme yeteneğini yitirir. Gerçek bilğiden uzaktır. Başına gelecek tehlikenin farkında değildir. Tıpkı emekleyen bebekler gibi, bir uçurumun yanındayken bile tehlikeyi sezemediğinden oradan aşağı emeklemeye devam edebilir.



14 Nisan 2010 Çarşamba

O'nun sevğisi

Allah bir kulu severse, sevdiğine gönderir, terbiye ettirir, azametine yakışacak şekilde ona edep öğrettirir.


Tıpkı güneşin çiçeği beslediği büyüttüğü gibi, isterse çiçeğin güneşten haberi olmasın... Tasavvuf da bunun içindir. Mürşidi kamiller de bu şekilde müridlerini geliştirir yetiştirirler...



13 Nisan 2010 Salı

Akıl her şeye kafi midir?

"Fikrin sönük ise; Kur'anın güneşi altına gir, İmanın nuriyle bak ki: Yıldız böceği olan fikrin yerine her bir ayet-i Kur'an, birer yıldız misillü sana ışık verir."

-Bediüzzaman Said NURSİ-

Akıl, Allah'u Teala'nın varlığını birliğini anlayacak kapasitedir. Fakat akılda her şeyi tam olarak anlayamaz, o da bir mahluktur ve oda her mahluk gibi mahduddur yani sınırlıdır. Akıl nakle yani vahye kur'an-ı kerime muhtaçtır. Kuran-ı kerime tabi olmak zorundadır.

10 Nisan 2010 Cumartesi

Dua'ya İcabet..

Rabbiniz buyurdu ki: ''Bana dua edin, size icabet edeyim(duanıza cevap vereyim)!

-Mü'min suresi 60.ayet-

Eğer dersen: Bir çok defa dua ediyoruz, kabul olunmuyor. Halbuki, ayet umumidir. Her duaya cevap var, ifade ediyor?


El cevap: Cevap vermek ayrıdır; kabul etmek ayrıdır. Her dua için cevap vermek var; fakat kabul etmek, hem aynı matlubu (istediğinin aynısını) vermek cenabı Hakk'ın hikmetine tabiidir. Mesela, hasta bir çocuk çağırır: Ya hekim, bana bak! Hekim: Lebbeyk!(buyur) der. Ne istersin? cevap ver. Çocuk: Şu ilacı ver bana! der. Hekim ise; ya aynen istediğini verir, yahut onun maslahatına (menfaatine) binaen ondan daha iyisini verir, yahut hastalığına zarar olduğunu bilir, hiç vermez. İşte Cenab-ı Hakk Hakim-i Mutlak (sonsuz hikmet sahibi); hazır, nazır (görücü) olduğu için, kulun duasına cevap verir. Vahşet (yalnızlık) ve kimsesizlik dehşetini, huzuruyla (hazır olmasıyla) ve cevabıyla ünsiyete (yakınlığa) çevirir. Fakat insanın hevaperestane tahakkümüyle (zorlamasıyla) değil, belki hikmeti Rabbaniyenin (Allah'ın hikmetinin) iktizasıyla (gereğiyle) ya matlubunu veya daha evlasını (daha iyisini) verir veya hiç vermez. Hem dua bir ubudiyyettir(kulluktur). Ubudiyyet ise semeratı (meyveleri) uhreviyedir (ahirete aiddir) Dünyevi maksatlar ise, o nevi dua ve ibadetin vakitleridir. o maksatlar gayeleri değil.





7 Nisan 2010 Çarşamba

Kendini beğenmek:

''İnsanın salih tevbe yapabilmesi için günahını bilmesi, Salih amel yapabilmesi için, kendini beğenmişlikten sıyrılması ve salih şükür yapabilmesi için de yetersizliğinin farkında olması gerekir.''

-Hz. Ömer-

İnsanların aklını, fikir ve düşüncelerini davranışlarınını beğenmemesi... Bir tek kendi fikirlerini değerli görmesi; kendini beğenmişlik ucub! Nefiste bulunan bu haslet kibirden daha tehlikeli çünkü; insan tek başına kalmış olsa yalnızken kibirlenemez ama yalnızken de ucba düşer kendini beğenir. Gurun insanı getirmiş olduğu nokta ucub!


4 Nisan 2010 Pazar

Hiç Mümkün müdür?



Hiç mümkün müdür ki, insan umum mevcudat (bütün varlıklar) içinde ehemmiyetli bir vazifesi, ehemmiyetli bir kabiliyeti olsun da, insanın Rabbi de insana bu kadar muntazam eserleriyle kendini tanıttırsa, mukabilinde insan iman ile O'nu tanımazsa, hem bu kadar rahmetin süslü meyveleriyle kendini sevdirse, mukabilinde insan ibadetle kendini O'na sevdirmese, hem bu kadar bu türlü nimetleriyle muhabbet ve rahmetini ona gösterse, mukabilinde insan şükür ve hamdle O'na hürmet etmese; cezasız kalsın, başı boş bırakılsın, O izzet, gayret sahibi Zat Zül Celal bir darı mücazat (ceza yeri) hazırlamasın? Hem hiç mümkün müdür ki: O Rahman Rahim'in kendini tanıttırmasına mukabil, iman ile tanımakla ve sevdirmesine mukabil, ibadetle sevmek ve sevdirmekle ve rahmetine mukabil, şükür ile hürmet etmekle mukabele eden müminlere bir darı mükafatı, bir saadeti ebediyeyi (cennenti) vermesin?